11 Mayıs 2010 Salı

Rebap feryad etmiyorsa ne diye kulağını burmuyorsun?


Sevgilin yoksa ne diye aramaz, istemezsin? Sevgiliye kavuştuysan ne diye neş'elenmezsin, çalıp çağırmazsın?

Eşin seninle uzlaşmıyorsa niçin sen, o olmuyorsun? Rebap feryad etmiyorsa ne diye kulağını burmuyorsun?

Abû-Cehil'lik, sana perde oluyorsa neden savaşmıyorsun Abû-Leheble, Abû-Cehil'le?

Bu ne şaşılacak iş diye tenbel-tenbel oturakalmışsın; böyle şaşılacak bir havaya uymadığın için asıl şaşılacak kişi sensin.

Dünyanın güneşisin sen, neden gönlün kara? Bir daha tutulmasan, tutulacağın yere varmasan olmaz mı?

Bir daha altın kesesine tamah etmiyesin diye altın gibi potanın içine girmiş, potaya tutulmuşsun, eriyip durmadasın.

Birlik, birdir diyenlerin bekâr odasıdır; sen ne diye Tanrı'dan başka ne varsa hepsinden de canını bekâr etmez, herşeyden vazgeçmezsin?

Sen hiç iki Leylâ'ya gönül vermiş  Mecnûn gördün mü? Neden bir yüzün, bir yanağın havasına düşmezsin ki?

Varlık gecende pusuya girmiş, gizlenmiş öylesine bir Ay varken geceyarısı ne diye duaya koyulmaz, yalvarıp yakarmazsın?

Yeni şaraba düşmedin, çok eski bir sarhoşsun amma Tanrı şarabı, seni kavgaya, gürültüye götürmez.

Benim şarabım aşk ateşidir, hem de Tanrı elinden sunulmadadır; canını böyle bir ateşe odun etmiyorsun ha, yaşayış haram olsun sana.

Söz, dalgalanıp duruyor amma onu dudakla değil de canla, gönülle anlatmak daha iyi.

Mevlana Celaleddin
(III-CCLIX-343)

Resim : Hakan Atakan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder