22 Temmuz 2010 Perşembe

Ne denizden çıkan inciyiz biz, ne anlatmaya sığan sözüz biz


Ne ateşimize tercüman olursun, ne gönlümüzdeki sırlarımıza bir dil kesilirsin.

Ne seher çağı çekilen ah, derdimize mahremdir bizim; ne de ahımıza hemdem bir can bulunur bizim.

Ne denizden çıkan inciyiz biz; ne bir zamancağız dinlenen deniz.

Ne bir sözden çıkan anlamız biz; ne anlatmaya sığan sözüz biz.

Dil, anlamlara bir oluktur âdeta; fakat nerden sığacak oluğa deniz?

Can dünyasının her parçası bir dünyadır; dünya, asla ağıza sığmaz.

Mevlana Celaleddin
(VI-CCLXIX-354)

4 Temmuz 2010 Pazar

Etme - Tuncel Kurtiz

TV'de Ezel isimli bir filmde Tuncel Kurtiz Mevlana Celaleddin'in Divan-ı Kebir'ini okurken. 

Ezelden :) beridir Tucel Kurtizin şiir okumalarına bayılırım. Bence dünya çapında bir aktör.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Etme


Duydum ki sefere çıkmayı kuruyormuşsun, etme. Bir başkasını sevmiye, bir başkasını dost edinmiye niyetlenmişsin, yapma.

Zaten dünyada garipsin, eşin-benzerin yok, ne diye bir de gurbete düşeceksin? Hangi ciğeri yaralanmışa kasdediyorsun? Etme.

Bizden ayrılıp yabancılara gitme; gizlice, hırsızlamaca başkalarına bakıyorsun, bakma.

A Ay yüzlü, gök bile senin yüzünden alt-üst olmuş; bizi yıkıyor, yerlere seriyor, alt-üst ediyorsun, etme.

Ne diye vaad ediyorsun, ne diye yemin ediyorsun? Yemini, işveyi kalkan ediniyorsun kendine, yapma şu işi.

Nerde benimle ettiğin ahit, hani bana verdiğin söz? Bu kulla ettiğin ahdi bozuyorsun, bozma; verdiğin sözden dönüyorsun, dönme.

Ey tapısı varlıktan da üstün ve yüksek olan, yokluktan da; varlık ülkesinden geçip gidiyorsun, gitme.

Cennet de senin buyruğuna kul, cehennem de; bize cenneti cehennem ediyorsun, etme.

Senin şeker yurdunda zehirden eminiz, fakat tutuyorsun, o zehri şekere katıyorsun, katma.

Canım, ateşlerle dopdolu bir ocak sanki; yetmez mi bu yaptığın? Ayrılıkla yüzümü altına döndürdün, sarardım-soldum; etme.

Sen yüzünü gizledin mi Ay bile derdinle kararır, Ayın tutulmasını mı istiyorsun, kasdın bu mu? Yapma.

Kırılıp darıldın da sustun mu bizim de dudaklarımız kurur; ne diye gözlerimizi gözyaşlariyle ıslarsın? Etme bu işi.

Mademki âşıklar topluluğuna tahammülün yok, ne diye aklını şaşırırsın, âşıklara hiç bakma, hiç görme onları.

Pehriz yüzünden hastaya helva vermiyorsun, tatlı bir yüz göstermiyorsun amma hastanı daha da beter ediyorsun, etme.

Şu haramlar yemiye alışmış gözüm güzelliğinin hırsızı; fakat canım benim, göz hırsızına ceza veriyorsun, verme.

Çek başını a yol arkadaşı, söz söyleme sırası değil; aşkın zâten başı yok, hal böyleyken ne diye başını kesmiye kalkışıyorsun? Kesme.

Mevlana Celaleddin
(II-LXXXI-397)

Resim : Hakan Atakan

Musa gibi kendinden geç, sopa gibi sus


Görüyorum ki cefa etmeyi kuruyorsun, etme. Bizi azarlamıya niyetleniyorsun; bizden ayrılmıya hazırlanıyorsun, yapma.

A benim iki gözüm, köpürüp kükremiş arslan gibi kıskançlık çayırında ne diye kanıma giriyorsun? Girme.

Bahtımı, kalem gibi başaşağı tutmadasın, tutma. Belimi "dal" gibi ikiye bükmedesin, bükme.

A güzelim, sen tamamiyle Tanrı lütfusun, Tanrı ihsanısın, böyle olduğu halde tutuyorsun da kendini Tanrı azabı, Tanrı kahrı haline getiriyorsun; yapma.

Lütfunla, kereminle gönlümü aldın, lütfunu, keremini eş ettin gönlüme; sonra ne diye bu lûtuftan, bu keremden ayırırsın onu, etme.

Güzel yüzünün sayesinde şah olan piyadeyi tekrar neden gamla mat eder, yoksul bir dilenci haline getirirsin? Getirme.

Yüzünün ışığıyla dolunay haline gelen kulu, neden dertlerle yeni Aya döndürür, iki kat edersin? Etme.

İster kâfir olsun, ister mümin, hepsi de senin havana düşmüş; ne diye tutar da kâfirle savaşırsın? Savaşma.

Musa gibi kendinden geç, sopa gibi sus; Tur dağı gibi neden ses verip duruyorsun? Verme.

Mevlana Celaleddin
(II-LXXXIII-400)

Diyorsun ki: Gel, sana sabrı çoban edeyim


Bizden beziyorsun, sıkılıyorsun, etme bu işi; kızıyorsun, yüz çeviriyorsun bizden, çevirme.

Kendi kârını düşünüyorsun, kendi faydanın kaydına düşmüşsün, bizim de ziyanımızı istiyorsun; hiç kimsecik kâr etmedi bundan, ziyan ediyorsun sen de, etme bunu.

Bundan böyle ziyanımızı istememiye râzı oldun, fakat etme; kimin; kimlerin râzı olması için bu işe katlanıyorsun?

Şarap yerine gam sirkesi veriyorsun, verme. Ne diye derede kan ırmağı akıtmadasın? Akıtma.

Yüzümden zevk, neşe sevincini gideriyorsun, giderme. Başkalarına yüzümü hedef tutuyorsun, tutma.

Hem mazlum öldürmedesin, hem acınmada; yol vuran da sensin, feryad eden de sen, etme.

Elim, ayağım, hiç bir işe yaramıyor, çünkü sevgilinin sarhoşuyum; bırak sarhoşu yıkılıncayadek, ne diye çekip duruyorsun? Çekme.

Diyorsun ki: Gel, sana sabrı çoban edeyim; kuzuya ne diye kurdu çoban edersin? Etme.

Gündüzün zahitsin, geceleyin zahitleri öldürürsün; bu gece uzlaşma, barış gecesi, fakat gene de o işi yapıyorsun, yapma.

A güzelim, dostlar, kıskançlıktan birbirlerine düşmen kesildi; bu dostu ne diye öbürüne düşman edersin? Etme.

Şarap içme diyorsun, şarap vermiyeceksen ne diye mahmuru, dudakları kupkuru bırakırsın? Yapma bunu.

Dümdüz, ok gibi yürü, havamızda uç diyorsun; pek âlâ fakat doğru oku ne diye tutar da bükersin, yay haline getirirsin? Etme bu işi.

Sus diyorsun, fakat beni susturmıyan da gene sensin; her kılımı, aşkınla bir dil haline getirirsin, getirme.

Mevlana Celaleddin
(II-LXXXII-399)

Ebru : Kerim Güngör - Mersin